20 Nisan 2015 Pazartesi

Pol Yalnız 2020 - Chapter 1


Yürüyorum, güneş ensemi yalıyor, toprak altımda kıtır kıtır küfrediyor, zihnimde çiçeksiz dikenler açıyor, somutlaşıyor dünyam, paslandıkça hava zımpara vuruyor kılıç bacaklarıma...

Ölüm ele geçiriyor sevginin muhafızlarını, son kalem düşüyor, burçların üzerinden ihanetler vızıldıyor, zihnim düşüyor... Umut olacak ki can havliyle gök yüzüne bakıyor, nafile güneş gözlerimden batıp ciğerlerime saplanıyor. Ölüm sessizliğinde yürüdüğümü hatırlıyorum kayıp zamanda...

Sonrası bir karanlık bir aydınlık, her aydınlıkla saçılan yapraklarım özgürlüğe kavuşuyor biraz biraz, geriye ben ve küllerim kalıyor, kavruluyoruz savruldukça güller üzerinde...

Ölümün esaretinde sonsuza kadar suçsuz cezalar hüküm sürüyor, bir kaç hesap kalıyor doğaya benden. Peki ölüm neden esir alıyor ki doğayı benden? Ölüm bir şans daha tanır mı ki, ölüm affetmez ama neden göz yumuyor kaçışıma sahi? Düşmanı mı belliyor beni? Ölüm çıkarcı mıdır ki, intikam alayım ölümün hasımlarından? Ölüm yenilmez ancak zevk mi alıyor aynı ruhu defalarca çalmaktan..? Sorular çoğalıyor cevaplarını bildiğimi hissettiğim. Şimdilik inanmak istediği tek şey ölümün merhamet ettiği yalanı...

Göz kapaklarımda tuzlu bir sertlik var, üzerinde acı turuncu aydınlıklar. Farkında mıyım bilmiyorum ancak yaşıyorum hala. Üzülmeli miyim yoksa sevinmeli mi? Tam karar verememişken çığırtkan sıvılar serinletiyor tenimi, yapışan göz kapaklarım erimiş peynir gibi ayrılıyor bir birinden. Işık şok aleti edasıyla beynimi aktif hale getiriyor, kalbim beynimde atıyor olsa gerek. Biraz sonra aynı türden olduğumuzu anladığım canlı sesleri geliyor, ah evet kesinlikle bunlar insan sesi, arapça galiba ya da benzer bir şey, hepsi aynı şey Orta Doğu'nun pis dilleri, hiç sevemedim. Asıl endişelenmem gereken şey gözümü açar açmaz karşımda boğaziçi köprüsü gibi deri bir askıda sallanan AK-47 namlusu olmalıydı ama ben onu gerçekten hiç ciddiye almamışım, hissizlik... Ardından bağrışmalar, patlamalar ve tam bir hengame. Patlamalar beni çocukluğumun dar havlulu evinin mutfağına götürüyor, galiba birileri mısır patlatıyor, irkilen zihnim adrenalin salgılatıyor, hayatta kalma iç güdülerimi tetikliyor, vücudum beni oradan oraya vuruyor, sürüklüyor, zıplatıyor, anlam veremediğim bu toplumsal kaçışın kusursuz bir çarklısı gibi hareket ediyorum, herkes sanki ne yapması gerektiğini biliyormuş gibi profesyonel bir şekilde hareket ediyor. Hissettiklerim saf iç güdü ve menfaat. Galiba doğa bundan ibaret.

Kapısı paramparça bir binadan içeri giriyorum, yerler cam ve molozlarla kaplı, her adımım biraz daha yankılanıyor rutubet ve korkudan dökülen duvarlardan. Güneşin bir çok zorluğa rağmen aydınlatabildiği bir merdiven altına sığınıyorum, yüzüme bulaşan örümcek ağları endişelenmem gereken son şeymiş gibi annemin kucağındaki kadar güvenle ve rahatla yere uzanıyorum, yorgunluk tek gerçek ve hayatın anlamı diye düşünürken ufak tefek birisinin tedirginlikle soluduğunu duyuyorum, en köşeye sinmiş, hani şu beyaz eşya ambalajı olanlardan sanırım, yarı ıslak yarı nemli bir kartonun üzerinde tüm masumiyetiyle bir kız çocuğu yatıyor, belli ki uzun zamandır burada.. İnsanlık erdeminin uzun zaman önce öldüğünü kabullenmişliğimle orada kimse yokmuş gibi yatmaya devam ediyorum, ta ki çatışmalar yerini nadir koşuşturmalara bırakıncaya kadar.


Korkunun yerini açlık alınca bu sessizliği fırsat biliyorum, kalkıp gitmeye karar veriyorum, apartmanın kapısından çıktığımda o puslu tozlu hava yeni dinmeye başlamış gibiydi, nereye doğru gideceğime karar veremeden acı bir vınlama sesi ardından milyonlarca bardak aynı anda kırılıyor ve çıktığım bina yerler bir. Vızıldayanın dere kenarında sabahladığımızda sokunca yumruk yemiş kadar şişiren sivri sinekler olmasını dilerdim, yıkılan binanın anneannemin işlemeli tarihi bardak takımı olmasını dilerdim, maalesef tanrı bana milli piyango tutturma şansı vermedi ama şu lanet yerde ölmeme de izin vermemiş gibiydi. Üzülmek için elbette çok geç olduğunun farkındaydım ancak küçük kızın büyük bir olgunlukla benden yardım istememesine ve gitmeme neden izin verdiğini bilmiyordum, ya da insanlığın tüm erdemlerinin öldüğü fikrine neden kapılmıştım, küçük kız için hiç bir şey yapmadığımı hatta bunu düşünmediğimi bile fark etmiştim, tüm benliğimi bir tarafa bırakmıştım sanırım ve tabi ki daha sonra bu konuyu çok fazla düşüneceğimi biliyordum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder